BarMag 2.Sayı: Röportaj

GBHL’DEN SAT’A: ALİ TÜRKŞEN BH’82
Denizle, donanma ile karşı karşıya olan bir okulda okuyup Donanma’ya girmeyi aklından geçirmeyen kaç erkek öğrenci vardır acaba? İşte Ali Türkşen BH’82 de bunu hayal etmişti, peki acaba bu kadarını hiç düşünmüş müydü? Kendisine sorduk!

AYLİN: Önce Gölcük Barbaros Hayrettin Lisesi’nin demir kapısından içeri adım attığınız güne dek neler yaşadığınızı öğrenelim.

A. TÜRKŞEN: 1965 yılında Bursa Mustafa Kemalpaşa’da doğdum. Bir yıl orada yaşadıktan sonra Deniz Astsubayı olan babamın memuriyeti nedeniyle Ankara’ya taşındık.
8 yıl Ankara’da oturduk ve ilkokul dörde kadar Ankara Yeni Turan İlkokulu’nda eğitim-öğretim aldım. 4. ve 5. sınıfları yine tayin nedeniyle geldiğimiz Bandırma’da 17 Eylül İlkokulu’nda okudum.

1976 yılında Değirmendere’ye geldik. 76’dan 82’ye kadar kesintisiz Değirmendere’de kaldım. Demek ki 6 yıl boyunca ortaokul, lise derken çocukluk yıllarım hep Değirmendere’de Gölcük’te geçmiş.

Değirmendere’ye geldiğimizde Temmuz, Ağustos aylarıydı, zaten Eylül’de okullar başlayacaktı. Ben bu arada çevreye aşinalık yaşadım. Değirmendere’nin depremden sonraki halini hatırlıyorum. Yollar tıpkı 1976’daki gibi asfaltsız, toz toprak içindeydi. O yıllarda Gölcük’e gitmek yakın olmasına rağmen zaman alıyordu. Karamürsel Eğitim Merkezi, Amerikalıların kullandığı üs olduğu için Değirmendere’de oturan çok sayıda aile vardı. Biz de Cindy ve Jany adlarında iki kızları olan Amerikalı bir aileyle kapı komşusuyduk.

Lisede de beraber okuyacağım birçok arkadaşım ile ortaokulda tanıştım. Değirmendere’de Atatürk Ortaokulu vardı. Tabii Değirmendere’de ikamet ettiğimiz için o okula gitmek durumunda kaldım.
Ortaokul ve lise yıllarındaki eğlencemiz Garnizon Sineması’na gitmekti. Cumartesi günleri oraya gitmek büyük bir olaydı, izdiham olurdu.
Ortaokul bittiği sene Deniz Lisesi imtihanlarına girmiştim. Yedek listede arka sıralardaydım, kazanamadım. Üzüldüm tabii çok istiyordum hem de baba mesleği diye. Sonra çevrede en yakında Gölcük Barbaros Hayrettin Lisesi vardı. 79 Eylül’ünde oraya kayıt yaptırdık.

AYLİN: Gölcük Barbaros Hayrettin Lisesi’nde yıllar nasıl geçti?

A. TÜRKŞEN: Lisenin birinci sınıfından hiçbir şey anlamadım. Çünkü “İkinci ve üçüncü sınıfta Fen-Matematik kolu olabilmek için, bu derslerinizin ortalamasının birinci sınıfta ‘7’nin üstünde olması lazım” dediler. Harp Okulları’na girebilmek için de Fen-Matematik Bölümü mezunu olmak lazımdı. Bu nedenlerle ilk sene hiçbir şey anlayamadan, -zaten kafam da çok çalışmıyordu o zamanlar aslında- geçti. Birinci sınıf, pardır küldür bitti, neyse ki ‘7’ ortalamayı tutturdum.

Birinci sınıfta 4-G sınıfında okudum. Sınıfımız 41 kişiydi yanlış hatırlamıyorsam: 6 kız, kalanlar erkek. Kızlardan biri Mustafa'nın ablası Tülay’dı. Mustafa Ayas’ın ablası Bahriye ile Semra ve Pelin vardı. Diğer iki arkadaşı hatırlamıyorum. Neyse biz birinci sınıfta böyle erkek yoğun bir sınıfla mezun olduk. O zamanlar çok ufak tefek idim. Bir ara basketbol seçmelerine bile çağırdılar ama daha dripling yapmayı bilmediğim için basketbol takımına da giremedim.

Birinci sınıftaydı galiba. Beden eğitimi dersi için giyindiğimiz bir laboratuvar vardı, eşofmanlarımı orada çıkarıp torbanın içinde kenara koymuşum. Ondan sonra servise bindim, Değirmendere’ye gittim. Tam ineceğim “Allah benim eşofmanlar kaldı.”dedim. Halbuki kalsa orada, ertesi sabah gider alırım, kimse bir şey yapmaz eşofmanlarıma. Kaybolmasınlar diye aynı servis ile Gölcük’e geri döndüm. Baktım okulda bir tek bekçi var, açtırdım laboratuarı. Eşofmanlar duruyor, aldım.

Bu arada Hakan adında bir arkadaşım vardı. Ona da, eve merak etmesinler diye haber vermesini söylemiştim. Hakan da üşenmiş eve kadar gitmeye. O yıllarda telefon da böyle yaygın değil. Bizimkiler merak etmiş tabi ben gelene kadar. Yanımda da minibüse binecek kadar para olmadığı için koltuğumun altında eşofmanlar, liseden ta Değirmendere’ye kadar yürümek zorunda kaldım.

Biz tam birinci sınıfta iken 1980’di, 12 Eylül ihtilali olmamıştı. Ortalık karışık, zaman zaman okul servisleri durdurulurdu. Yaşı büyük abiler, benim o zamanlar anlamadığım şekilde birbirlerine bağrışıyorlardı, itiş kakış oluyordu. Annem ve babam öyle bir şeye karıştım diye çok merak etmişler. Allah’tan bir şey olmadı ama ondan sonra bir daha Hakan’a haber bıraktırmadım.

Liseye başladığım 1979 yılında ortalık karışıktı, yürüyüşler olurdu, okul servisimizi durdurulurdu. Okulun önünde bildiri atılırdı. Bir ara Tekin Hoca’nın gözü morarmıştı. Bize söylemedi ama, herhalde öğrenciler ile arasında bu konulardan sorun çıkmış.

İkinci sınıfa alt katta, 5 Fen C sınıfında başladık. 5 Fen C sınıfı, birinci sınıfta öğlenci-sabahçı uzaktan gördüğümüz pek çok arkadaş ile karma oldu. Sınıfta neredeyse kız erkek eşitlendi. Bu sene de zor geçti. Fizik dersini de bir türlü beceremiyordum. Orada da gene çok çalışmak zorunda kaldım. Fizik Hocamız Bilgin Bey’in desteği ile iyi kötü ikinci sınıf da bitti.

Üçüncü sınıfta 6 Fen A sınıfına düştük. O da malum, merdivenlerden çıkınca sol tarafta tuvaletin hemen yanındaki laboratuardı. Son sene de üniversite derdi ile geçti. Aynı zamanda hafta sonları İzmit’te dershaneye gidiyorduk. “Aman üniversiteyi kazanalım açıkta kalmayalım, elimiz ekmek tutsun.”derken hiçbir şey anlamadan liseden mezun oldum.

AYLİN: Gölcük Barbaros Hayrettin Lisesi’nin verdiği eğitim ve öğretim hakkındaki düşünceleriniz neler?

A. TÜRKŞEN: İzmit, Karamürsel ve Gölcük Barbaros Hayrettin Lisesi vardı bizim okuduğumuz yıllarda. Tabii başarıyı istatistiksel olarak değerlendirmek yerinde olur. Bir kaç sınıf öncesi, bir kaç sınıf sonrası diye değerlendirme yaparsak, bizim dönemimizden mezun olan hemen hemen herkes üniversiteye girebilmişti. Hem öğrenciler gayretli, hem öğretim iyi olmalı ki böyle bir sonuca ulaşılabilsin. Gerçi Harp Okulu’na girince bir sene sınıfta kaldım matematik derslerinden dolayı ama, malum kendimden kaynaklanan sorun vardı, onu okula bağlamıyorum. Okul vermiştir de ben alamamışımdır diyorum.

AYLİN: Lisede kurulan arkadaşlıklar devam ediyor mu?

A. TÜRKŞEN: Biz 6 Fen A ve 82 Mezunları olarak, 7-8 sene arka arkaya biraraya geldik. Bu seneler içine öğrencilik yılları girdiğinden genellikle İstanbul civarındakiler haberleşiyordu. Sonra insanlar nerede doyuyorsa oraya gitmeye başladı. Ben hala ortaokuldan beri arkadaşım olan Tamer Solakoğlu ile görüşüyorum.. Arzu Dağlı ile uzun zaman haberleştim. 6 Fen B’den Belma Yenibaş vardı, epey ara verdik ama şimdi onunla da görüşüyorum. Sevim Yazıcıoğlu ile biraraya geldik, haberleştik. Sonay Akpolat, zaten o da benim gibi deniz subayı oldu, sınıf arkadaşım idi, onunla görüştük. Volkan Öner, Çağatay Kılıç aynı şekilde. Görüşülmeye gayret ediliyor yani.

Bu arada, Lale Dilbaş adında, üniversite yıllarında görüştüğüm bir arkadaşım vardı. Lale’nin başka bir şehre gitmesi, evlenmesi derken, çok uzun süre irtibat kuramadık. Geçen sene Mayıs ayında, tatbikatın orta yerinde cep telefonum çaldı. “Merhaba Ali ben Lale Andıç!” Benim tanıdığım bir Lale var o da Andıç değil dedim. Telefondaki ses ardından “Lale Dilbaş” dedi. “Hayır olsun nereden çıktın?”derken 15 sene sonra ta İskoçya’dan aradığını öğrendim.

17 Ağustos Depremi, çok acılar verdi, çok yakınlarımız öldü ama, birçok insan eski arkadaşlarını arama bulma gereği hissetti herhalde. Lale de sağolsun, telefon numaramı bulmuş arkadaşlardan. İngiltere’de doktorasını yapıyordu, bir ay sonra döndü zaten. O zamandan bu yana eşi ve kendisi ile haberleşiyoruz. Ama İzmir’de yaşadıkları için henüz görüşemedik. Maalesef depremin o kadar yıkıntısının yanında böyle etkisi de oldu.

AYLİN: Denizci olma isteği nereden kaynaklandı, ki büyük uğraşlar içine girilmiş. Baba mesleği olduğu için mi? Yeni bir seçme şansı olsaydı, tercih aynı mı olurdu?

A. TÜRKŞEN: Tabii yıllar sonra başka seçenekler de olabilirdi diyor insan, bu mesleğin içine girince, başka mesleklerin neler getirdiğini, neler götürdüğünü uzaktan görünce. Lisede okurken hemen okulun önünde Donanma’nın bütün gemileri sıralanırdı. Sanki bir hedefmiş gibi hep gözümüzün önündeydi.

Babamın sandalı vardı, balığa çıkardık, gemiler gelirdi, geçerdi yanımızdan. Bazen Gölcük tarafına açılırdık, gemileri ve genç subayları görünce ben de onlar gibi olmak isterdim. Zaten mahallemizde de büyük bir çoğunluk askerdi, yaz sabahlarında beyaz beyaz giyinip mesaiye giderlerdi. Eh etrafımızda da öyle asker olmaktan şikayet eden kimse duymayınca...

Gölcüklü olmanın da etkisi büyük. Elazığ’da otursak ne kadar haberimiz olurdu bilmiyorum. İyi de oldu, çok memnunum şu anda işimden.

AYLİN: Liseden sonraki eğitim...

A. TÜRKŞEN: Deniz Harp Okulu’na 1982’de girdim. Askerlik öyle dışarıdan anlatıldığı gibi değilmiş tabii. İnsan yaşayınca bazen adaptasyonda güçlük çekiyor. Yatılı okul ortamına, ders çalışma saatlerinin çok düzenli olmasına, arkadaşlıklara, yoğun tempoya... Böylece ilk yıl ayak uyduramadığım için sınıfta kaldım. Sonra ağır aksak okumaya devam ettim. 87’de mezun oldum ve 30 Ağustos’ta lisede iken gördüğüm, özendiğim gemilerden birine tayin oldum. TCK Kozlu Seyir Harekat Subaylığı’na atandım.

Bu görevdeyken hoş bir anım oldu: Babamla balığa çıktığımız zaman tatbikata giden gemilere el sallardık. Bir gün bu kez biz tatbikata gidiyoruz, bütün gemiler arka arkaya ip gibi dizildik. Biz de en öndeki gemiyiz. Harekat subayı olduğum için rotayı çok tehlikeli olmadığı sürece istediğim yerden geçirebiliyorum. Çok uzakta balıkçı teknesi grubu gözüküyor. Rotayı onlara yakın geçecek şekilde çizdim. Gemiler de peşimizde gidiyoruz. Bir ara gemi komutanı köprü üstüne yanıma geldi. Sandallardan birinin yanından geçerken bir balıkçının düdükle askeri usulde selam verdiğini söyledi. Bunun üzerine aynı şekilde cevap verdik ve karşılık aldık. Bu duruma şahit olan komutan “Askerliğini denizci olarak yapmış galiba!” diyerek şaşkınlığını belirtti. Komutana yanıtım “O benim babam!” oldu. El sallaştık, böylece bir hayalimi gerçekleştirmiş oldum.

1989 yılında Samsun Bölgesi’ndeki sahil güvenliklerden birine ikinci komutan olarak tayinim çıktı. O sırada Sat Kursu için müracaat etme hakkımız doğdu. Harp Okulu’na girdikten sonra Sualtı Taarruz’un ne olduğunu öğrenmiştim. İstediğim bir seçimdi, üçüncü sınıfın başından beri fiziksel olarak da hazırlanmıştım zaten. Dilekçemi verdim, seçmelere, sağlık muayenesine girdik. Sonuçta 17 Nisan 1989 yılında İstanbul’da Sualtı Taarruz Kursu’na başladım.
8-8,5 ay sonra da kursu bitti. Bir ay sonra da SAT Grup Komutanlığı’nda Anadolu Kavağı’nda göreve başladım.

SAT Grup Komutanlığı’nda 6 sene kesintisiz timlerde görev yaptım, tatbikatlara gittim, dalışlara katıldım. Bu arada işin gereği olarak paraşütçü oldum, dalış öğrendim. Hepsi çok sevdiğim işler, çok güzel geçti. 6 senenin sonunda bir yıl da SAT Kursu’da öğretmen olarak görev yaptım.

O yıllarda Deniz Harp Akademisi’ne girmek için çalışmaya başlamıştım. 1996’nın Aralık ayında yapılan sınavlara girdim. Akademi için 96’dan itibaren
6 hakkım vardı, ben biraz fazla çalışmışım herhalde ilk hakkımda hemen kazandım. Önce Karamürsel Eğitim Merkezi’nde 6 ay kursa gittim. 1997 yılının 1 Ekimi’nde Deniz Harp Akademisi eğitimine başladım. Eğitim iki yıl sürdü. 1999 yılının 26 Temmuzu’nda mezun oldum.

Bu arada lise yıllarından ve Harp Okulu’ndan açığımı kapatabilmek için içime bir okuma isteği gelmişti. Dedim ki ben bir de üniversitede yüksek lisans yapayım. Akademinin birinci sınıfı biterken sınava girdim ve İstanbul Üniversitesi’ne bağlı Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü’nün Deniz Politikası Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yapmaya hak kazandım. Akademinin ikinci sınıfında okurken yüksek lisansın da birinci sınıfını bitirdim. Derslere gidip gelmek bazen sorun oldu ama, ayarlandı hepsi gittim geldim.

99 yılında Harp Akademisi’nden mezun olduktan sonra, tekrar SAT Grup Komutanlığı’na önce Ünit Komutanı, sonra da Harekat Kısım Amiri olarak tayin oldum. Orada bir yıl süre ile kesintisiz kaldım, bu arada SAT görevlerine olan hasretle işlere fazla dalınca tezimi yazma konusunda gevşek davrandım. Bu aralar tezimi teslim edeceğim ve birkaç haftaya kadar yüksek lisansım da bitmiş olacak. LES sınavına da girdim, kısmetse bu yıl Ekim’de doktoraya başlamak istiyorum. Ya yine aynı dalda ya da Uluslararası İlişkiler dalında.

Bu arada Deniz Harp Akademisi’nin sonrasında askeriyede alınabilen bir üst eğitim daha var: Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitimİ. Burada Deniz Kuvvetleri, personelinin durumuna göre bir sıralama oluşturarak sınavsız çağrı yapıyor. İşte Akademi’nin ardından buraya da çağrı yapıldı, 4.5 ayın ardından Silahlı Kuvvetler içinde görebileceğim bütün akademik eğitimim sona erdi.

AYLİN: Bu meşakkatli çalışmanın sonucu size ne şekilde geri döndü?

A. TÜRKŞEN: Deniz Harp Akademisi’ni bitirenler, iki yıl erken terfi ediyorlar. Ben de akademi eğitimimin tamamlanmasından bir yıl sonra binbaşı olacaktım. Ancak sicilimin düzgün olması, başarılı görülmem üzerine erken terfi aldım ve 2000 yılı yerine 1999’da binbaşı oldum. Silahlı Kuvvetler Akademisi bitirildiği zaman da bir yıl kıdem verildi. Dolayısıyla bugünlerde bir yıl daha erken terfi alacağım. Yüksek lisans tezimi de diplomam ile Silahlı Kuvvetler’e gönderince verilecek bir yıllık kıdem ile 2003 yılında yarbay olmam gerekirken 2001 yılında bu rütbeye ulaşacağım. Böylece 87 yılı mezunları içinde binbaşılığa, yarbaylığa ve albaylığa en erken terfi eden subay unvanını kazanacağım.

AYLİN: Bu başarının sonu nereye varacak sizce?

A. TÜRKŞEN: Meslek bakalım ne gösterir? Tabii her mesleğin içindeki en yüksek kademe neresi ise orayı hedeflemek lazım. Ben branş olarak gemilerde çalışmadığım için mesleğin içindeki gelişim nedeniyle Deniz Kuvvetleri Komutanı olamam. Ama tabii albaylıktan sonra amiral olmayı da isterim.



AYLİN: SAT’lar Kardak Krizi nedeniyle tanındı, popüler oldu. Denizaltıcılık, gemicilik dururken SAT olmak aklınıza nereden geldi?

A.TÜRKŞEN: Deniz Harp Okulu’na girdiğim sene kışın havuzda, iri yarı, dalış yapan, birbiri ile şakalaşan, neşeli, sportif görünüşlü bir çok subay ve astsubay gördüm. O zamanlar Deniz Kuvvetleri hakkında çok fazla bilgi sahibi değildim. Deniz Lisesi’nden gelen bir arkadaşıma sordum kim olduklarını ve SAT Komandosu olduklarını öğrendim. Ne yaptıklarını sorduğumda aldığım yanıt: Dalarlar, paraşütle atlarlar, maraton koşarlar oldu. O ara fazla üstünde durmadım, derslerim ile boğuşuyordum.

İlerleyen yıllarda derslerde Deniz Kuvvetleri tanıtılmaya başlandıkça, herkesin karakterine, yapısına göre bir branş olduğunu gördüm. Gemilerde çalışmak da çok güzel ama, baktım yapıma en uygun, Deniz Kuvvetleri’ne en fazla faydalı olabileceğim branş SAT olmak. Harp Okulu’nda çok ince yapılı ve ufak tefek bir çocuk olduğum için karar verdiğim günden itibaren halter çalışmaya başladım. Çok uzun mesafeler koşmaya başladım gıdama çok dikkat ettim. Üçüncü sınıfa başladığımda 64 kilo, incecik genç bir Harp Okulu öğrencisi idim. Mezun olurken 18 kilo aldım, 82 kilo oldum, boyum da 1.82 idi. SAT Kursu’na girmeye hazır bir şekilde mezun oldum. Sonraki 1-2 sene de teğmenliğimde çalışmayı bırakmadım, gene ağırlık çalıştım, koştum, yüzdüm. Birinci girdiğim kursu yine birincilik ile bitirdim. Sonrasında sağlıklı bir şekilde görev yapmak da kısmet oldu.

AYLİN: SAT’lar hakkında çok şeyler yazıldı çizildi ama, bir de onlardan birinden öğrenelim istedik. SAT’lar nasıl insanlardır, ne yer ne içerler?

A.TÜRKŞEN: Bir anfibi harekat öncesinde, düşman sahiline çıkarma yapmadan uygun mevzileri tespit edip, askerlerin ve malzemelerin plaja kuru şekilde intikalini sağlarlar. Bunun için dip yapısının öğrenilmesi lazımdır. Dipte, çıkarma yapılacak plajlarda engeller, mayınlar bulunabilir ki bunlar imha edilir. Ayrıca Deniz Kuvvetleri Harekatı’na engel teşkil edecek gemilerin, daha limandan çıkmadan hareketsiz hale getirilmesi gerekebilir. Bütün bunlar çok zor, hepsi insan gücüne dayanıyor. Tabii teknolojiye de dayanıyor ama insan gücüne ihtiyaç var. Dolayısıyla bunlar maceracı ruha sahip, spordan, tehlikeden hoşlanan insanların yapabileceği şeyler. Gidilecek yere paraşütle intikal etmek gerekebilir. Süratli botlardan, helikopterden atlamak gerekebilir. Karada bir harekat yapılacağı zaman tahrip, akış, hepsinden haberdar olmak lazım. Bunun için çok yoğun eğitim gerekiyor.

SAT eğitiminde önce hiç kimse insan yerine konmuyor. Kursiyerler, çok zor şartlarda, psikolojik baskı altında tutulur, hangi saat yattığın hangi saat kaktığın belli değildir. Böylelikle savaş şartlarına hazırlanmış olurlar. Bunlardan sonra eğitimin test edildiği bir hafta var. Günde ancak 1-2 saat uyunur. Sürekli eğitim yapılır, bu haftada başarılı olanlar, teknik eğitime alınır.

SAT Kursu’nda uzun mesafeler yüzüyorsun, dalmayı, diğer deniz vasıtaları ile harekat yapmayı öğreniyorsun. 8-8.5 ayın sonunda da SAT brövesi takmaya hak kazanıyorsun, Komutanlıkta görev yapıyorsun. Gidilen görevler de çok zevkli, sürekli tatbikatlara gidiyorsun. İnsanın son derece hoşlanarak yapabileceği bir görev. Ben her dakikasından çok büyük keyif aldım.

AYLİN: Kardak Krizi’nde siz de grupta mıydınız?

A. TÜRKŞEN: Biz Kardak Krizi’nde SAT Grup Komutanlığı olarak görev aldık. Benim de o organizasyon içinde Kardak Kayalıkları’na çıkma görevim vardı. Zaten yalnız başıma da çıkmadım. Rambo, James Bond gibi tek başına işler yapan insanlar değiliz. Televizyonlara da yansıdığı gibi gün boyunca orada kaldık Yunan Bayrağını Türk Bayrağı ile değiştirdik. Görevimiz çok uzun uzadıya değildi ama, sağlıklı bir şekilde, ülkemizin bizden beklediği gibi yerine getirdiğimiz için çok mutlu olduk. Her zaman da böyle görevleri başarı ile yerine getirmeye hazırız.

AYLİN: 17 Ağustos depremi nedeniyle donanmanın bir kısmının Gölcük’ten taşınması konusunda ne düşünüyorsunuz?

A. TÜRKŞEN: Gölcük, donanması ile de bütünleşmiş bir kıyı şehrimizdi. Ancak Türkiye’nin menfaatleri söz konusu olduğu zaman maalesef bazı kaydırmalar yapılmak durumunda. Gölcük’te de Deniz Kuvvetleri olarak çok büyük hasarlarımız söz konusu değil ama, yerleşim olarak bazı sorunlar yaşandı. Gemilerde çok büyük personel, subay ve astsubay barındırdığı için, o personelin hepsinin bir bölgeye kaydırılması gerekiyordu. Şu anda bu yapıldı. Buna rağmen Donanmanın büyük bir bölümü hala Gölcük’te faaliyetlerini sürdürüyor. Onun için aslında Gölcük, Donanması’ndan kopmuş değil. Sadece bazı zorunluluklardan dolayı bir kısım personel başka bölgelere kaydırılmak durumunda kaldı. Biz Donanmamızla gene varız, Gölcük yine bir donanma kenti olarak varlığını sürdürmeye devam edecek.

AYLİN: Türkiye’nin askeri stratejik konumuyla ilgili yorumlarınız neler?

A. TÜRKŞEN: Benim bu konularda Silahlı Kuvvetler adına herhangi bir kişisel beyanda bulunmam söz konusu değil. Bu röportajı da zaten kendi lisem olduğu için, daha çok lise anılarım ile ilgili genel konularda demeç vereceğim için kabul ettim. Böyle algılanmasını istiyorum. Bunun haricinde sorduğunuz soruya yanıtını zaten biraz gazete, dergi, televizyon takip eden herkes çok rahatlık ile aynı şekilde yanıtlayabilir. Türk Deniz, Kara ve Hava Kuvvetleri kendi bölgesinde son derece güçlü ordulardır. Ayrıca bir de Kara Kuvvetlerimizin Güneydoğudan kazandığı, Jandarma Genel Komutanlığımızın Güneydoğudaki olaylardan kazandığı bir tecrübesi söz konusudur. Biz Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesi doğrultusunda hareket eden bir silahlı kuvvetleriz. Ama düşmanlara korku, dosta da güven verecek kuvvetlerimizi bulundurmak durumundayız. Bölgemizde de yeterince güçlüyüz. Bundan da kimsenin endişesi olmaması gerektiğini düşünüyorum.

AYLİN: Gelelim özel hayatınıza...

A. TÜRKŞEN: Eşimle 1998 yılında 9 Nisan tarihinde evlendim. Geçtiğimiz yılın 25 Aralık’ında da Amerika’da Los Angeles’da Selim Alihan isminde bir oğlumuz dünyaya geldi. Özel hayatım bu iki insan çevresinde dönmektedir şu anda, bir de arada işe gidip geliyorum.

AYLİN: Kendinize ait zamanlarda nelerle uğraşırsınız? Kendinize hobi olarak seçtiğiniz alanlar nelerdir?

A.TÜRKŞEN: İnsanlara hobileriniz nedir diye sorulduğu zaman; kitap okumaktır, spor yapmaktır gibi cevaplar verebiliyorlar. Ben o cevapları veremiyorum, çünkü onları zaten mesleğim gereği yapıyorum. Benim zamanım ya akademik eğitim ile ya yüksek lisans eğitimim ile geçiyor. Bu tür kitaplar okumakla geçiyor.

SAT Grup Komutanlığı’nda bulunduğum süre içinde zaten mesleğimin bir paraleli olduğu için iki tane uluslararası dalış organizasyonundan, PADI ve CMAS’tan uluslararası eğitmen belgesi aldım. Yani dünyanın neresine gidersem gideyim, lisan sorun olmadığı sürece insanlara dalış konusunda ders verme ehliyetim var.

Bunan haricinde yine hobi olarak algılanabilecek, mesaiye gidiş gelişte bisiklet kullanıyorum. Tabii İstanbul şartlarında bisiklete binmenin ne kadar güç olduğunu herhalde herkes düşünebiliyordur. Yaz aylarında özellikle, kışın da çok fazla kar, yağmur yağmadığında binmeye gayret ediyorum. Günde 50 km ve İstanbul’un yokuşlarında inişli çıkışlı bir bisiklet maceram var. İki taraf arasındaki gidiş gelişleri de Anadolu Kavağı ve Sarıyer arasında vapurla yapıyorum. Kalan mesafeleri de bisiklete biniyorum. O konuda biraz iddialıyımdır yani. Mountain bike ile orman içinde ve şehirde, hem sürat yapabilirim, hem iyi mesafe kat edebilirim.

Yine son dönemde, 4 ay kadar önce ney üflemeye karar verdim. Arkadaşımın vasıtası ile bir hocayla tanıştım, ney üfleme dersleri almaya başladım. Haftada iki saat ders alıyorum diğer günlerde de kendim üflüyorum. Bir tane kız neyim var. Tabii bu sanatkarlık... Benim iki yıl içersinde çok güzel üfleyeyim de konser vereyim diye bir endişem yok. Derslere nota, solfej bilgisiyle başladık, bunlar uzun sürüyor ama, o neyden de güzel bir sesin çıkmasıyla ruha verilen dinginlik bir başka oluyor.

AYLİN: Emekli olduğunuzda belki konser vermeyi düşünürsünüz. Emeklilik sonrası için planlarınız var mı?

A. TÜRKŞEN: Emekli olduğumda inşallah o sırada bir aksilik olmazsa bir tane yelkenli tekne almak istiyorum. Çocuklarımın da yaşları müsait ise eşimle, çocuklarımla öncelikle Türkiye’nin denizlerinde olmak üzere biraz seyir yapmak istiyorum. Şartlarım uygun olursa gezmek istiyorum. Bir motosiklet almak istiyorum. Zaten iki kere motosikletim oldu. Motosiklet ile seyahat olabilir. Çapını bilemiyorum şu anda. Ama emekliliğe şu an yaş itibari ile çok fazla olduğu için belirgin şeyler yok, kafamda bunlar var. Ama ailemle güzel bir emeklilik geçirmeyi düşünüyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

17 Ağustos 2000 itibariyle derlediğimiz kayıplar

Ali Naki hocamızı kaybettik

GBHLMD: Eski fihristi