BarMag 1.Sayı: Şengül Balıksırtı röportajı
326 ŞENGÜL YAVAŞ
GBHL’nin haylaz ama bir o kadar da çalışkan öğrencisi, Okul Başkan Yardımcısı Şengül (Yavaş) Balıksırtı, Türkiye’nin büyük gazetelerinden Sabah’ın ilk kadın magazin müdürü olarak, yazılı basında kadın yönetici olma misyonunu başarıyla sürdürüyor.
Şamdan, Rapsodi, Tv Dergisi, Kiss, Atv “Magazin Forever” Şengül Balıksırtı’nın uzun yıllar boyunca oluşturduğu ekip tarafından hazırlanıyor.
Bundan böyle Barbaros Magazin’in her sayısında önemli başarılara imza atmış GBHL mezunları ile sohbet edeceğiz. Bu sayıda 1979 yılı Edebiyat Bölümü mezunu Şengül (Yavaş) Balıksırtı ile okul yılları, mesleği, aile hayatı ve deprem üzerine konuştuk.
Şengül Balıksırtı’nın başarıları sıralamakla bitecek gibi değil. Bize ancak,
Sabah Gazetesi’nde yayınlanan “Yüzyüze” röportajlarını okumak, kitaplarının yayınlanmasını beklemek ve “Allah Nazardan Saklasın !” demek düşüyor.
Aylin: Nasıl bir çocukluk dönemi geçirdiniz? Liseye dek hangi okullarda eğitim gördünüz?
Balıksırtı: Dedelerim , ailem herkes Gölcüklü. Evimiz İmam Hatip Lisesi’nin bulunduğu sokaktaydı, iki katlıydı. Evimizin önündeki alan, ana yola kadar bomboştu. Bu alana yazın lunapark kurulurdu. Geceleri orada olurduk, ateşler yakardık. Yani sokakta oynaya oynaya büyüdük. İlkokulu Piri Reis’te, ortaokulu da Gölcük Ortaokulu’nda okudum.
Aylin: Gölcük Barborus Hayrettin Lisesi’nde geçen öğrencilik yıllarınız nasıldı?
Balıksırtı: Çalışkan bir öğrenciydim, fakat çok da yaramazdım. Mesela okul başkan yardımcısı idim. Sebahattin İşeri vardı, o başkandı. Ama bir kere disipline gittiğimi hatırlıyorum o görevi yaptığım halde. Hani o klasik çok çalışkan öğrenci usul olur, sakin olur tanımlamasının dışındaydım, öyle bir öğrenci değildim. Sahildeki iki kafeteryanın tadını çıkardım. Hatta Tekin Bey gelirdi toplardı bizi. “Kalkın yürüyün bakayım” derdi.
Çok güzeldi ilişkimiz. Başka sınıflardan da arkadaşlarım vardı.5-6 kişilik bir kız arkadaş grubu kurmuştuk ortaokuldan beri süren. Nuray, Aysun, Ayla, Hülya, Gülsen ve ben çok keyifli günler yaşardık. Hepimiz de çok çalışkandık, başarılıydık.
“326 ŞENGÜL YAVAŞ”. KAFAMI ÇEVİRDİM, FRANSIZCA ÖĞRETMENİM AHMET KANDEMİR. 20 SENE BOYUNCA HİÇ KİMSEYİ UNUTMAMIŞ.
Aylin: GBHL’nin verdiği eğitim ve öğretimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Balıksırtı: Tabii ki oranın, hepimizin kişiliğinde, hem eğitimimizde, hem de öğretimimizde çok büyük katkısı oldu ki o dönem herkes üniversiteyi kazandı. Bir de küçük yerde yaşamaktan herhalde, öğretmenlerle ilişkilerimiz çok iyiydi, çok güzeldi. Arkadaş gibi olurduk çoğu kez, korkardık, sayardık ama herşeyi de yapardık.
20 sene sonra, 17 Ağustos’un yıldönümünde okula gittim. Orada kimi göreceğimi bilmiyordum. Bahçeden içeri girdim, bakınıyorum hani birini bulayım diye, telefonum çaldı birden bire. Grubumdaki kız arkadaşlarımı da senelerdir görmüyorum aslında. Sadece Sebahattin ile telefonlaşırım. Telefon çaldı, kız arkadaşlarımdan biri “Neredesin? Biz okuldayız.”, “Ben de oradayım” dedim. Bir baktım onlar, hepimiz birbirimize sarıldık. Yani o grup o gün buluştuk yeniden. Kim var diye etrafa bakınıyorduk. Birden bire bir ses duydum “326 Şengül Yavaş”. Ben numaramı unutmuşum, kafamı bir çevirdim, Fransızca Öğretmenim Ahmet Kandemir. 20 sene boyunca unutmamış hiç kimseyi öğretmenimiz. Sarıldık, ağlaştık, sohbet ettik.
Aylin: GBHL’den mezun olduktan sonra hangi üniversiteye gittiniz?
Balıksırtı: Mezun olduktan sonra bir sene Gölcük’te kaldım. Tam 12 Eylül öncesiydi, çok karışıktı ortalık. 1980’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yabancı Diller Fransızca Bölümü’ne başladım ve orayı bitirdim.
“YETİŞTİRİLECEK DİL BİLEN GAZETECİ ADAYLARI ARANIYOR” DİYE İLAN GÖRDÜM. ORAYA GİTTİM, BAŞLADIM. HAKİKATEN İLK 2-3 SENE BİR ÖĞRENCİ GİBİ DERS ÇALIŞARAK HERŞEYİ EZBERLEDİM, YUTTUM.
Aylin: Mesleğinizde alaylı mı, mektepli misiniz?
Balıksırtı: Bu işi hiç bilmiyordum. Okulu bitirdikten sonra bir reklam ajansında çalışmaya başladım. Orada çok sıkıldım. Sanırım 16 veya 17. gündü, “Ses” Dergisi’nde bir ilan gördüm. “Yetiştirilecek dil bilen gazeteci adayları aranıyor” diye. Oraya gittim, başladım. Yazı yazmayı, hiçbirşeyi bilmiyorum. Bayağı korktum, nasıl yapacağım diye. Sonra hakikaten ilk 2-3 sene bir öğrenci gibi ders çalışarak, herşeyi ezberledim, yuttum. Sinemaydı benim ilk konum, çeviri yapıyordum ağırlıklı olarak. Sonra öyle öyle yol almaya başladım. Zaten bu meslekte şu var: Gidersen en başında gidersin, gitmezsen de kalırsın. Şimdi 17 sene oldu.
Oradan sonra 11-12 işyerinde çalıştım. Ses, Güneş, Kanal 6 bunlardan birkaçı. 1995 senesinde de Sabah’a geldim.
“SEN FİLOLOJİ OKUMUŞSUN, NİYE BU UCUZ İŞİ YAPIYORSUN?” DİYENLER VAR.OKUDUĞUM OKULUN, ALDIĞIM DERSLERİN ÖTESİNDE, ORADAN EDİNDİĞİM KÜLTÜRÜN, BİRİKİMİN MUTLAKA YAPTIĞIM GAZETECİLİĞE YANSIMASI VAR.
Aylin: Mesleğinizin keyifli ve keyifsiz yönleri neler?
Balıksırtı: Dışardan herkes çok keyifli gibi görüyor. Öncelikle şu var: Bu işi yaparken her zaman burada olmak zorundasınız. Buradayım, benim bir başka hayatım var gibi bir tanımlama yok, asla yok. Burası benim evim, işim, ailem, çocuğum.
Birincisi; meslek olarak bir zorluğu var, ikincisi; kadın erkek ayırımı da pek yapmıyorum ama, kadın olarak çok büyük bir zorluğu var. Hiçbir zaman işin 5’te, 6’da bitip evine gidemiyorsun.
Ben haftanın 7 günü çalışıyorum, hayatım boyunca çok çalıştım. Sabahları güneş doğarken eve gittiğimi bilirim ama şunu da demedim: “Benim evimde kocam var, bayram geldi ailemle birlikte tatil yapmak istiyorum” gibi şeyler söylemedim. Çünkü bu meslek onlara izin vermiyor. Onun için bu meslekte kadın kalamıyor. Ben ilk işime 14 pırıl pırıl genç kızla birlikte başladım. İki-üç sene sonra hepsi koptu gitti. Mesela şu anda, Sabah Gazetesi’nde yaklaşık 1.000 kişi çalışıyorsa, benim yaşımda kadın bir ya da iki kişi vardır.
Bunun ötesinde meslekte şöyle bir şey var: Buraya gelenler ya Basın Yayın mezunudur -çok nadirdir başka üniversitelerden gelen- ya da alaylıdır.
Durumuma şaşırıp da “Sen filoloji okumuşsun, niye bu ucuz işi yapıyorsun?”diyenler var. Hep şunu savundum: Okuduğum okulun, aldığım derslerin ötesinde, oradan edindiğim kültürün, birikimin mutlaka yaptığım gazeteciliğe bir şekilde yansıması vardır, ki var da zaten. Kurduğun cümlenin bile farkı oluyor, sorduğun her sorunun, yaptığın her işin mutlaka bir farkı oluyor. Çünkü hayata bir dönem başka bir pencereden bakmışsın, oradan buraya gelmişsin. Bu herşeye yansıyor, insan ilişkilerine, sanatçılarla olan ilişkilerine...
Tabii 17 sene az bir zaman değil. Herşeyi çok sindire sindire yaşayıp buralara geldik.
Sabah, Şamdan, Rapsodi, Tv dergisi, Kiss, ATV “Magazin Forever, haftada bir sanatçılarla röportaj: “Yüzyüze”. Hepsi felaket bir sorumluluk! Nasıl yetişiyoruz bunca işe? İşi çok iyi bilen, 5 sene boyunca oluşturduğum bir ekip var. Sadece amir-memur, alt-üst ilişkisi değil, hakikaten bir aile havasında burası. Özel hayatlarındaki sorunlarından, parasızlıklarından, kılık kıyafetlerinden, hangi pantalonun altına hangi çorap giyiceklerine kadar karışırım, ilgilenirim. Buradan kaçayım da aileme gideyime dönmüyor olay, burası bir aile oluyor ve o başarıyı getiriyor. Şu anda burası magazin basınının en başarılı, en güçlü ekibi. Program ekibi hariç yaklaşık 30 kişi var. Sonuçta işinize hakimseniz herşey tıkır tıkır yürüyor aslında.
HEPİMİZ BU HAYATIN SORUNLARI İÇİNDE O KADAR BOĞULUYORUZ Kİ. MAGAZİN OLMALI AMA, DOĞRU ELLERDE OLMALI.
Aylin: “Magazin” kelimesinin içi boşaltıldı mı, basitleştirildi mi sizce?
Balıksırtı: Herkes magazin yapıyor artık. Magazinin son zamanlarda çok çabuk tüketildiği için kirlendiğini düşünüyorum. Cumhurbaşkanının seyahatinde, eşinin şık bir kıyafet giydiğinden bahsediliyor, söylediği lafa kimse bakmıyor. Magazin insanı rahatlatıyor. Hepimiz bu hayatın sorunları içinde o kadar boğuluyoruz ki. Magazin olmalı ama doğru ellerde olmalı. Belki son zamanlarda biraz doğru ellerde olmadığı için uzaklaşılmıştır diye düşünüyorum.
Aylin: İş ve özel hayatınız birarada yürüyor, annesiniz aynı zamanda. Oğlunuzla ilişkileriniz nasıl?
Balıksırtı: Oğlum üçe gidiyor. Her zaman şunu söylüyorum: Bir şey yaparken öbür taraftan sefil olmanın bir alemi yok. Bu insanı mutsuz eder, o zaman işte de başarılı olamazsın. Şöyle bir düzen kurdum: Bu işi yapmak durumundayım, başka bir şey gelmiyor elimden. Peki bu işi yaparken öbür tarafta da düzenimi bozmamak adına ne yapabilirim? Evde yapacağım işleri asgariye indirdim, yardımcılarımız var. Can hep evde büyüdü, yuvaya vermedim, evin sıcaklığından uzaklaşmasın diye. Can’la sosyal anlamda pek bir şey paylaşamıyoruz diye ona üniversitede okuyan bir abla bulduk, sinemaya gitsin, otursun sohbet etsin, internette dolaşsın diye. Böyle böyle problemleri hallettik. Ama bu arada bakıyorsun, kazanıyorum kazanıyorum, ne anlamı var öbür tarafta da o işlere gidecekse, diyorsun. Değil, bu da insanın kendini ifade etme biçimi. Hiçbir zaman evde oturamazdım. Bu işi yapacaksam, beni, ailemi yormadan, dağıtmadan bir düzen kurmalıydık.
Can ne iş yaptığımın çok iyi farkında. Bu işi pek sevmiyor “Ünlüler dünyasından nefret ediyorum” diyor. Eşim de gazeteci, televizyoncu. Tabii onun da aynı meslekten olmasının çok büyük önemi var. Başka bir iş yapan erkek olsaydı böyle birşeye katlanamazdı. Çünkü benim işim sadece burada bitmiyor. Mesela akşam davet oluyor, yemeği çıkmak gerekiyor. Gece 2-3 oluyor, o saatte eve gidiyorum.
Aylin: Emekliliğiniz ile ilgili planlarınız neler?
Balıksırtı: Gölcük’te bir köyümüz var: Nüzhetiye. 6 ay öncesine kadar haftasonları gidiyordum bir günlüğüne de olsa. 5 sene sonra oraya yerleşme gibi bir hayalim var.
İçinde bulunduğum tempo, kadın ya da erkek bir yere kadar gider. Ondan sonra ne yaparız bilmiyorum. Belki kitap yazarım, ki zaten yazıyorum. Gazeteciliğin içindeyken haberler hep günlük tüketiliyor. Birinin aşk hikayesi patlıyor, bütün gün enerjimizi ona veriyoruz, ama ertesi gün hiçbir hükmü kalmıyor. Herşey günlük tüketiliyor. Televizyonda ise görüntü bittiği an tüketiliyor. Geriye birşeyler kalması lazım.
Biraz önce kadın olmaktan söz etmiştik. Hem magazin gazeteciliğinde ilk kadın magazin müdürüyüm, hem de büyük gazetelerden birinin künyesine giren ikinci kadınım. Böyle bir misyonum var. Mutlaka kadın olmanın da buraya getirdiği, dergilere ve yayınlara yansıyan bir bakış açısı farklılığı var.
SANKİ O GÜN HER YERİ DOLAŞARAK VEDA ETMİŞİM. BİR DAHA ORALARI ÖYLE GÖREMEYECEKMİŞİM.
Aylin: GBHL Barbaros Magazin’in ilk sayısı biraz da 17 Ağustos Depremi ile ilgili duygularımızı, düşüncelerimizi açıkladığımız bir sayı olacak. Siz deprem sırasında neredeydiniz, neler yaşadınız?
Balıksırtı: Son senelerde haftasonu bir günüm olduğu için köye geldiğimde Gölcük’te çok fazla dolaşamazdım. Oğluma köyde sünnet düğünü yapacağımız için 14 Ağustos’ta köye gittik. Ertesi sabah kalktık Gölcük’e indik. Bütün çarşıda her tarafı dolaştık, alış veriş yaptık. Manava, markete, kasaba, fırına girdim, pasta siparişi verdim. Parkın etrafında her yeri dolaştım. Gölcük’te oturan kuzenimle birlikteydim, babamı da tanıyorlar tabii, herkesle sohbet ettik. Ertesi gün düğün yaptık, akşam da İstanbul’a döndük. İşe gittim diğer gün eve geldik uyuduk ve deprem oldu. Şunu söyledim kendi kendime: -Nasıl bir zamanlama ise- sanki o gün her yeri dolaşarak veda etmişim. Bir daha oraları öyle göremeyecekmişim.
Depremden 10 gün sonra babamla oralara gittik, yarım saat kadar oturdum parkta. Markete girmiştik, parktan geçmiştik. Dehşet bir şey yani.
KUZENİMİ ENKAZDAN ÇIKARDIK. ERTESİ GÜN İSTANBUL’DA DOĞUM YAPTI. BÖYLE SICAK OLAYLAR YAŞADIK.
Pek çok yakınım, akrabam öldü. Enkaz altında kalanlar, evleri yıkılanlar oldu. Depremden üç gün sonra Gölcük’e gittik. Köye çıktık hemen. Çok ölen vardı, herkes cenazesini köye getiriyordu, etrafa kireç dökülmüştü. Orada oturan bir kuzenimi 5.katta enkazdan çıkardık. Ertesi gün 5’te İstanbul’a getirdik ve doğum yaptı. Böyle sıcak olaylar yaşadık.
Bu sene 17 Ağustos’un yıldönümünde önce okula gittim, sonra da o gün doğan bebeğin doğum gününe. Bizim evimiz de depremden aldığı ağır hasar nedeniyle daha sonra yıkıldı. Şimdi otopark gibi kullanılıyormuş. Hiç gidip bakmadım, bakamayacağım da.
Çocukluğumun geçtiği dönemdeki Gölcük ile son senelerdeki o kadar farklıydı ki. Balkonda oturduğumuzda kim geçse tanırdık, konuşurduk. Son senelerde gidiyorum, hiç kimseyi tanımıyorum. Gölcük çok hızlı büyüdü, nüfus arttı, değişime uğradı. Eskiden çok moderndi, sonra kozmopolit bir yer oldu. O kadar hızlı büyümeyi, hızlı yapılaşmayı kaldıramadı diyorum, isyan etti.
GBHL’nin haylaz ama bir o kadar da çalışkan öğrencisi, Okul Başkan Yardımcısı Şengül (Yavaş) Balıksırtı, Türkiye’nin büyük gazetelerinden Sabah’ın ilk kadın magazin müdürü olarak, yazılı basında kadın yönetici olma misyonunu başarıyla sürdürüyor.
Şamdan, Rapsodi, Tv Dergisi, Kiss, Atv “Magazin Forever” Şengül Balıksırtı’nın uzun yıllar boyunca oluşturduğu ekip tarafından hazırlanıyor.
Bundan böyle Barbaros Magazin’in her sayısında önemli başarılara imza atmış GBHL mezunları ile sohbet edeceğiz. Bu sayıda 1979 yılı Edebiyat Bölümü mezunu Şengül (Yavaş) Balıksırtı ile okul yılları, mesleği, aile hayatı ve deprem üzerine konuştuk.
Şengül Balıksırtı’nın başarıları sıralamakla bitecek gibi değil. Bize ancak,
Sabah Gazetesi’nde yayınlanan “Yüzyüze” röportajlarını okumak, kitaplarının yayınlanmasını beklemek ve “Allah Nazardan Saklasın !” demek düşüyor.
Aylin: Nasıl bir çocukluk dönemi geçirdiniz? Liseye dek hangi okullarda eğitim gördünüz?
Balıksırtı: Dedelerim , ailem herkes Gölcüklü. Evimiz İmam Hatip Lisesi’nin bulunduğu sokaktaydı, iki katlıydı. Evimizin önündeki alan, ana yola kadar bomboştu. Bu alana yazın lunapark kurulurdu. Geceleri orada olurduk, ateşler yakardık. Yani sokakta oynaya oynaya büyüdük. İlkokulu Piri Reis’te, ortaokulu da Gölcük Ortaokulu’nda okudum.
Aylin: Gölcük Barborus Hayrettin Lisesi’nde geçen öğrencilik yıllarınız nasıldı?
Balıksırtı: Çalışkan bir öğrenciydim, fakat çok da yaramazdım. Mesela okul başkan yardımcısı idim. Sebahattin İşeri vardı, o başkandı. Ama bir kere disipline gittiğimi hatırlıyorum o görevi yaptığım halde. Hani o klasik çok çalışkan öğrenci usul olur, sakin olur tanımlamasının dışındaydım, öyle bir öğrenci değildim. Sahildeki iki kafeteryanın tadını çıkardım. Hatta Tekin Bey gelirdi toplardı bizi. “Kalkın yürüyün bakayım” derdi.
Çok güzeldi ilişkimiz. Başka sınıflardan da arkadaşlarım vardı.5-6 kişilik bir kız arkadaş grubu kurmuştuk ortaokuldan beri süren. Nuray, Aysun, Ayla, Hülya, Gülsen ve ben çok keyifli günler yaşardık. Hepimiz de çok çalışkandık, başarılıydık.
“326 ŞENGÜL YAVAŞ”. KAFAMI ÇEVİRDİM, FRANSIZCA ÖĞRETMENİM AHMET KANDEMİR. 20 SENE BOYUNCA HİÇ KİMSEYİ UNUTMAMIŞ.
Aylin: GBHL’nin verdiği eğitim ve öğretimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Balıksırtı: Tabii ki oranın, hepimizin kişiliğinde, hem eğitimimizde, hem de öğretimimizde çok büyük katkısı oldu ki o dönem herkes üniversiteyi kazandı. Bir de küçük yerde yaşamaktan herhalde, öğretmenlerle ilişkilerimiz çok iyiydi, çok güzeldi. Arkadaş gibi olurduk çoğu kez, korkardık, sayardık ama herşeyi de yapardık.
20 sene sonra, 17 Ağustos’un yıldönümünde okula gittim. Orada kimi göreceğimi bilmiyordum. Bahçeden içeri girdim, bakınıyorum hani birini bulayım diye, telefonum çaldı birden bire. Grubumdaki kız arkadaşlarımı da senelerdir görmüyorum aslında. Sadece Sebahattin ile telefonlaşırım. Telefon çaldı, kız arkadaşlarımdan biri “Neredesin? Biz okuldayız.”, “Ben de oradayım” dedim. Bir baktım onlar, hepimiz birbirimize sarıldık. Yani o grup o gün buluştuk yeniden. Kim var diye etrafa bakınıyorduk. Birden bire bir ses duydum “326 Şengül Yavaş”. Ben numaramı unutmuşum, kafamı bir çevirdim, Fransızca Öğretmenim Ahmet Kandemir. 20 sene boyunca unutmamış hiç kimseyi öğretmenimiz. Sarıldık, ağlaştık, sohbet ettik.
Aylin: GBHL’den mezun olduktan sonra hangi üniversiteye gittiniz?
Balıksırtı: Mezun olduktan sonra bir sene Gölcük’te kaldım. Tam 12 Eylül öncesiydi, çok karışıktı ortalık. 1980’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yabancı Diller Fransızca Bölümü’ne başladım ve orayı bitirdim.
“YETİŞTİRİLECEK DİL BİLEN GAZETECİ ADAYLARI ARANIYOR” DİYE İLAN GÖRDÜM. ORAYA GİTTİM, BAŞLADIM. HAKİKATEN İLK 2-3 SENE BİR ÖĞRENCİ GİBİ DERS ÇALIŞARAK HERŞEYİ EZBERLEDİM, YUTTUM.
Aylin: Mesleğinizde alaylı mı, mektepli misiniz?
Balıksırtı: Bu işi hiç bilmiyordum. Okulu bitirdikten sonra bir reklam ajansında çalışmaya başladım. Orada çok sıkıldım. Sanırım 16 veya 17. gündü, “Ses” Dergisi’nde bir ilan gördüm. “Yetiştirilecek dil bilen gazeteci adayları aranıyor” diye. Oraya gittim, başladım. Yazı yazmayı, hiçbirşeyi bilmiyorum. Bayağı korktum, nasıl yapacağım diye. Sonra hakikaten ilk 2-3 sene bir öğrenci gibi ders çalışarak, herşeyi ezberledim, yuttum. Sinemaydı benim ilk konum, çeviri yapıyordum ağırlıklı olarak. Sonra öyle öyle yol almaya başladım. Zaten bu meslekte şu var: Gidersen en başında gidersin, gitmezsen de kalırsın. Şimdi 17 sene oldu.
Oradan sonra 11-12 işyerinde çalıştım. Ses, Güneş, Kanal 6 bunlardan birkaçı. 1995 senesinde de Sabah’a geldim.
“SEN FİLOLOJİ OKUMUŞSUN, NİYE BU UCUZ İŞİ YAPIYORSUN?” DİYENLER VAR.OKUDUĞUM OKULUN, ALDIĞIM DERSLERİN ÖTESİNDE, ORADAN EDİNDİĞİM KÜLTÜRÜN, BİRİKİMİN MUTLAKA YAPTIĞIM GAZETECİLİĞE YANSIMASI VAR.
Aylin: Mesleğinizin keyifli ve keyifsiz yönleri neler?
Balıksırtı: Dışardan herkes çok keyifli gibi görüyor. Öncelikle şu var: Bu işi yaparken her zaman burada olmak zorundasınız. Buradayım, benim bir başka hayatım var gibi bir tanımlama yok, asla yok. Burası benim evim, işim, ailem, çocuğum.
Birincisi; meslek olarak bir zorluğu var, ikincisi; kadın erkek ayırımı da pek yapmıyorum ama, kadın olarak çok büyük bir zorluğu var. Hiçbir zaman işin 5’te, 6’da bitip evine gidemiyorsun.
Ben haftanın 7 günü çalışıyorum, hayatım boyunca çok çalıştım. Sabahları güneş doğarken eve gittiğimi bilirim ama şunu da demedim: “Benim evimde kocam var, bayram geldi ailemle birlikte tatil yapmak istiyorum” gibi şeyler söylemedim. Çünkü bu meslek onlara izin vermiyor. Onun için bu meslekte kadın kalamıyor. Ben ilk işime 14 pırıl pırıl genç kızla birlikte başladım. İki-üç sene sonra hepsi koptu gitti. Mesela şu anda, Sabah Gazetesi’nde yaklaşık 1.000 kişi çalışıyorsa, benim yaşımda kadın bir ya da iki kişi vardır.
Bunun ötesinde meslekte şöyle bir şey var: Buraya gelenler ya Basın Yayın mezunudur -çok nadirdir başka üniversitelerden gelen- ya da alaylıdır.
Durumuma şaşırıp da “Sen filoloji okumuşsun, niye bu ucuz işi yapıyorsun?”diyenler var. Hep şunu savundum: Okuduğum okulun, aldığım derslerin ötesinde, oradan edindiğim kültürün, birikimin mutlaka yaptığım gazeteciliğe bir şekilde yansıması vardır, ki var da zaten. Kurduğun cümlenin bile farkı oluyor, sorduğun her sorunun, yaptığın her işin mutlaka bir farkı oluyor. Çünkü hayata bir dönem başka bir pencereden bakmışsın, oradan buraya gelmişsin. Bu herşeye yansıyor, insan ilişkilerine, sanatçılarla olan ilişkilerine...
Tabii 17 sene az bir zaman değil. Herşeyi çok sindire sindire yaşayıp buralara geldik.
Sabah, Şamdan, Rapsodi, Tv dergisi, Kiss, ATV “Magazin Forever, haftada bir sanatçılarla röportaj: “Yüzyüze”. Hepsi felaket bir sorumluluk! Nasıl yetişiyoruz bunca işe? İşi çok iyi bilen, 5 sene boyunca oluşturduğum bir ekip var. Sadece amir-memur, alt-üst ilişkisi değil, hakikaten bir aile havasında burası. Özel hayatlarındaki sorunlarından, parasızlıklarından, kılık kıyafetlerinden, hangi pantalonun altına hangi çorap giyiceklerine kadar karışırım, ilgilenirim. Buradan kaçayım da aileme gideyime dönmüyor olay, burası bir aile oluyor ve o başarıyı getiriyor. Şu anda burası magazin basınının en başarılı, en güçlü ekibi. Program ekibi hariç yaklaşık 30 kişi var. Sonuçta işinize hakimseniz herşey tıkır tıkır yürüyor aslında.
HEPİMİZ BU HAYATIN SORUNLARI İÇİNDE O KADAR BOĞULUYORUZ Kİ. MAGAZİN OLMALI AMA, DOĞRU ELLERDE OLMALI.
Aylin: “Magazin” kelimesinin içi boşaltıldı mı, basitleştirildi mi sizce?
Balıksırtı: Herkes magazin yapıyor artık. Magazinin son zamanlarda çok çabuk tüketildiği için kirlendiğini düşünüyorum. Cumhurbaşkanının seyahatinde, eşinin şık bir kıyafet giydiğinden bahsediliyor, söylediği lafa kimse bakmıyor. Magazin insanı rahatlatıyor. Hepimiz bu hayatın sorunları içinde o kadar boğuluyoruz ki. Magazin olmalı ama doğru ellerde olmalı. Belki son zamanlarda biraz doğru ellerde olmadığı için uzaklaşılmıştır diye düşünüyorum.
Aylin: İş ve özel hayatınız birarada yürüyor, annesiniz aynı zamanda. Oğlunuzla ilişkileriniz nasıl?
Balıksırtı: Oğlum üçe gidiyor. Her zaman şunu söylüyorum: Bir şey yaparken öbür taraftan sefil olmanın bir alemi yok. Bu insanı mutsuz eder, o zaman işte de başarılı olamazsın. Şöyle bir düzen kurdum: Bu işi yapmak durumundayım, başka bir şey gelmiyor elimden. Peki bu işi yaparken öbür tarafta da düzenimi bozmamak adına ne yapabilirim? Evde yapacağım işleri asgariye indirdim, yardımcılarımız var. Can hep evde büyüdü, yuvaya vermedim, evin sıcaklığından uzaklaşmasın diye. Can’la sosyal anlamda pek bir şey paylaşamıyoruz diye ona üniversitede okuyan bir abla bulduk, sinemaya gitsin, otursun sohbet etsin, internette dolaşsın diye. Böyle böyle problemleri hallettik. Ama bu arada bakıyorsun, kazanıyorum kazanıyorum, ne anlamı var öbür tarafta da o işlere gidecekse, diyorsun. Değil, bu da insanın kendini ifade etme biçimi. Hiçbir zaman evde oturamazdım. Bu işi yapacaksam, beni, ailemi yormadan, dağıtmadan bir düzen kurmalıydık.
Can ne iş yaptığımın çok iyi farkında. Bu işi pek sevmiyor “Ünlüler dünyasından nefret ediyorum” diyor. Eşim de gazeteci, televizyoncu. Tabii onun da aynı meslekten olmasının çok büyük önemi var. Başka bir iş yapan erkek olsaydı böyle birşeye katlanamazdı. Çünkü benim işim sadece burada bitmiyor. Mesela akşam davet oluyor, yemeği çıkmak gerekiyor. Gece 2-3 oluyor, o saatte eve gidiyorum.
Aylin: Emekliliğiniz ile ilgili planlarınız neler?
Balıksırtı: Gölcük’te bir köyümüz var: Nüzhetiye. 6 ay öncesine kadar haftasonları gidiyordum bir günlüğüne de olsa. 5 sene sonra oraya yerleşme gibi bir hayalim var.
İçinde bulunduğum tempo, kadın ya da erkek bir yere kadar gider. Ondan sonra ne yaparız bilmiyorum. Belki kitap yazarım, ki zaten yazıyorum. Gazeteciliğin içindeyken haberler hep günlük tüketiliyor. Birinin aşk hikayesi patlıyor, bütün gün enerjimizi ona veriyoruz, ama ertesi gün hiçbir hükmü kalmıyor. Herşey günlük tüketiliyor. Televizyonda ise görüntü bittiği an tüketiliyor. Geriye birşeyler kalması lazım.
Biraz önce kadın olmaktan söz etmiştik. Hem magazin gazeteciliğinde ilk kadın magazin müdürüyüm, hem de büyük gazetelerden birinin künyesine giren ikinci kadınım. Böyle bir misyonum var. Mutlaka kadın olmanın da buraya getirdiği, dergilere ve yayınlara yansıyan bir bakış açısı farklılığı var.
SANKİ O GÜN HER YERİ DOLAŞARAK VEDA ETMİŞİM. BİR DAHA ORALARI ÖYLE GÖREMEYECEKMİŞİM.
Aylin: GBHL Barbaros Magazin’in ilk sayısı biraz da 17 Ağustos Depremi ile ilgili duygularımızı, düşüncelerimizi açıkladığımız bir sayı olacak. Siz deprem sırasında neredeydiniz, neler yaşadınız?
Balıksırtı: Son senelerde haftasonu bir günüm olduğu için köye geldiğimde Gölcük’te çok fazla dolaşamazdım. Oğluma köyde sünnet düğünü yapacağımız için 14 Ağustos’ta köye gittik. Ertesi sabah kalktık Gölcük’e indik. Bütün çarşıda her tarafı dolaştık, alış veriş yaptık. Manava, markete, kasaba, fırına girdim, pasta siparişi verdim. Parkın etrafında her yeri dolaştım. Gölcük’te oturan kuzenimle birlikteydim, babamı da tanıyorlar tabii, herkesle sohbet ettik. Ertesi gün düğün yaptık, akşam da İstanbul’a döndük. İşe gittim diğer gün eve geldik uyuduk ve deprem oldu. Şunu söyledim kendi kendime: -Nasıl bir zamanlama ise- sanki o gün her yeri dolaşarak veda etmişim. Bir daha oraları öyle göremeyecekmişim.
Depremden 10 gün sonra babamla oralara gittik, yarım saat kadar oturdum parkta. Markete girmiştik, parktan geçmiştik. Dehşet bir şey yani.
KUZENİMİ ENKAZDAN ÇIKARDIK. ERTESİ GÜN İSTANBUL’DA DOĞUM YAPTI. BÖYLE SICAK OLAYLAR YAŞADIK.
Pek çok yakınım, akrabam öldü. Enkaz altında kalanlar, evleri yıkılanlar oldu. Depremden üç gün sonra Gölcük’e gittik. Köye çıktık hemen. Çok ölen vardı, herkes cenazesini köye getiriyordu, etrafa kireç dökülmüştü. Orada oturan bir kuzenimi 5.katta enkazdan çıkardık. Ertesi gün 5’te İstanbul’a getirdik ve doğum yaptı. Böyle sıcak olaylar yaşadık.
Bu sene 17 Ağustos’un yıldönümünde önce okula gittim, sonra da o gün doğan bebeğin doğum gününe. Bizim evimiz de depremden aldığı ağır hasar nedeniyle daha sonra yıkıldı. Şimdi otopark gibi kullanılıyormuş. Hiç gidip bakmadım, bakamayacağım da.
Çocukluğumun geçtiği dönemdeki Gölcük ile son senelerdeki o kadar farklıydı ki. Balkonda oturduğumuzda kim geçse tanırdık, konuşurduk. Son senelerde gidiyorum, hiç kimseyi tanımıyorum. Gölcük çok hızlı büyüdü, nüfus arttı, değişime uğradı. Eskiden çok moderndi, sonra kozmopolit bir yer oldu. O kadar hızlı büyümeyi, hızlı yapılaşmayı kaldıramadı diyorum, isyan etti.
Yorumlar